NEFRETE
KARŞI BİR AŞK ÖYKÜSÜ:
ROMEO
VE JULIET
“geç
ölmektense senin sevginden yoksun,
Yaşamıma
son versin kinleri daha iyi.”( 58)
Bu
eseri okuduğumuzda, belki şu ana kadar sadece “acıklı bir aşk hikayesi” ya da
“romantik bir öykü” olarak bildiğimiz Romeo ve Juliet’in hikayesini,
Shakespeare’in, edebi ve etik bir çerçeve içerisinde klasikleştirmiş olduğunu
görmekteyiz. Şimdi beraberce, eserdeki edebi öğeleri görmeye çalışarak ve bu
eseri klasikleştiren etik öğeleri fark ederek konuyu anlamaya
çalışalım.
-“
Neler doğuyor nefretten ama daha çoktur sevgiden doğan
Ey
kavgacı sevgi! Sevilen nefret!”(Shakespeare, 25)
“Kavga
tutku”suna karşın “aşk acısı” , yani bu iki zıt öğe daha tragedyanın başında,
biz okuyucu ya da izleyicileri karşılamaktadır. Romeo bu kavga sırasında, aşk
acısı çekmektedir, Rosaline adlı birine tutulmuştur ve aşkına karşılık
alamamakta, herkesten uzak durmaktadır ve sadık ve dürüst kuzeni Benvolio hariç
kimseye açılamaz. Romeo için şöyle denmektedir:
<!--[if !supportLists]-->-
<!--[endif]-->“
Kaç sabah ona, orada rastlamışlar
Gözyaşlarıyla
taze sabah çiğlerini çoğaltırken…
…..
Tatlı
yapraklarını havaya açamadan
Güzelliklerini
güneşe sunamadan
Kıskanç
bir kurdun kemirdiği bir tomurcuk gibi…” (23)
Uykusuz
geceler geçirir ve gündüzleri de kendini karanlık bir odaya kapatır. Montegue
olan arkadaşları, özellikle de hikayemizin başından beri pek yersiz ve çok
konuşan dostu Mercutio, onu aşkını unutması ve eğlenmesi için teşvik
etmektedirler. Bu kavganın hemen ertesi günü, Capulet’lerde bir parti
verildiğini duyarlar ve eğlenmek ve acılarını unutmak için maske takıp bu
partiye gizlice ve iyi niyetle katılmaya karar verirler. Romeo ise
bir önceki gece bir rüya görmüştür. Rüyası kendi ölümünü haber vermektedir. O
yüzden son ana kadar partinin uğursuz bir seçim olduğu konusunda direnir ancak
son anda o da kendini kaderinin ellerine bırakır ve arkadaşlarına
katılır:
“Bence henüz erken. İçimde bir
önsezi
Yıldızlara asılı bir olay
Başlayacak
bu gecenin cümbüşüyle
O ürpertici dönemine sanki:
Zamansız
ölmek gibi alçakça bir cezayla
Durdurup
bağrıma gömülü yüreğimi
Son
verecek aşağılık hayatıma.
Ama
ey hayatımın dümenini tutan
Gemime
sen yön ver. Gidelim soylu beyler!” (43)
Bu
rüya, hikayemizin ileriki safhalarında yaşanacak olaylar için bir göstergedir. O
geceyle Romeo’nun ve onunla beraber iki düşman ailenin kaderleri değişecektir ve
Romeo bu kadere boyun eğmektedir, rolü “ölmek” olsa da. “Rüya sadece, bir önemi
yok” deyip gerçekliğine inanmayarak katılmıyor partiye, aksine, o rüyanın işaret
ettiği, yani sezdiği gerçekten emin, kaderine boyun eğiyor. Hakikaten oyunun
sonunda Romeo ölmek zorunda olmasa, yani hayatındaki rolüne boyun eğmemiş olsa,
nefreti yok edecek bir sevgi ortaya çıkmamış olacaktı ve düşmanlık hiç
farkındalık kazanmadan daha nice nesiller sürüp gidecekti. İşte Shakespeare’in
muhteşem tragedyalarının oynadığı rolü, bu eser de çok güzel oynuyor: yeni ve
daha uygun bir düzenin inşa edilmesi için yıkım ve ölüm. Ve buna cesurca itaat
eden bir kahraman: Romeo.
Romeo’nun
bu cesur ve erdemli karakteri oyunun pek çok yerinde izleyiciye hatırlatılıyor.
Düşmanları Capulet bile Romeo hakkında şöyle diyor:
“hem övünüyor tüm Verona kendisiyle,
Erdemli,
yiğit bir genç diye…”(47)
Ve
bu geceyle değişiyor, Romeo’nun, onunla beraber Montegualar’ın, Capuletler’in ve
sonra da tüm Verona halkının kaderi: Romeo ve Juliet o gece
partide karşılaşır ve aşık olurlar. İki düşman ailenin biricik kızı ve oğlu…
Romeo,
Juliet için şöyle mırıldanır:
“Parıldamayı
öğretiyor bütün meşalelere…”(45)
Ve
yine:
“Tüm
göklerin en güzel yıldızlarından ikisi,
Yalvarıyorlar
onun gözlerine işleri olduğundan:
Biz
dönünceye dek siz parıldayın diye”(55)
O
gece sevgi doğar, nefretin içinden. Romeo da Juliet de gece bitmeden hemen önce
başkalarından öğrenirler, birbirlerinin iki düşman ailenin oğlu ve kızı
olduklarını. Buna tepkileri şaşırtıcı ve sorgulatıcıdır. İlk başta Juliet şu
tepkiyi verir:
“Biricik
sevgim biricik nefretimden doğdu.
Erken
görüp tanımadığım, tanımakta geç kaldığım
Tiksindiren
düşmanı birden sevmemle
Harika
bir sevgi doğdu böyle!”(51)
Romeo
ise şu tepkiyi verir:
“Bir
Capulet mi o? Sevimli alacaklı!
Düşmanıma
borçluyum demek ki yaşamımı.”(49)
Okuyucular
ya da izleyiciler olarak, hem Romeo’nun hem de Juliet’in, zıt
öğeleri (nefret-sevgi) sözlerinde toplaması ve sonunda yine de aşkı
seçmeleriyle, kaderin sunduğu bu sevginin nefrete karşı bir zafer kazanmasını
beklemeye başlıyoruz. Ve Shakespeare, bu oyunun en önemli olduğu varsayılan
tiradında, balkon sahnesinde, Juliet’e nefret ve düşmanlığı sorgulatarak;
nefreti, insanın özüne hiç de ait olmayan , atılası, üstümüze yapışmış bir leke
ya da unvan gibi gösteriyor gözlerimize. Juliet’ten bu tiradın bir parçasını şu
şekilde dinliyoruz:
“Ah,
Romeo, Romeo! Neden Romeo’sun sen?
İnkar
et adını, babanı yadsı!
Yapamazsan
yemin et sevdiğine,
Vazgeçeyim
Capulet olmaktan ben.
……
Adın
ne değeri var? Şu gülün adı değişse bile
Kokmaz
mı aynı güzellikte?
Romeo’nun
da adı Romeo olmasaydı,
Kusursuzluğundan
hiçbir şey kaybolmazdı.
Romeo,
bırak, at bu adı! Senin parçan olmayan
Bu
ada karşılık, al bütün varlığımı.”(56)
Nefretin
sadece isme yapışmış bir leke olarak atılmasını istiyor Juliet. Romeo da bu
tiradı gizlice dinleyerek inkar ediyor Romeo olduğunu… Güle gül demeseydik,
güzelliği kokusu aynı kalırdı… İnsan için de sanki nefret sonradan takılmış bir
isim gibi, aşk ve sevgiyse zaten özümüzde var ve bizi insan yapan şey! Gülü,
kokusu gül yaptığı gibi. Böylece iki genç ailelerinin kendilerine “öğrettikleri”
nefreti bir anda iterler; onlar için bu sahneden itibaren geriye sadece
güzelliğe duyulan “aşk” kalır.
Hemen
ertesi gün, hikayedeki bilge rahip Lawrence aracılığıyla aralarında gizlice bir
evlilik olur. Rahip bunun hızlı alınmış bir karar olduğunu düşünür:
“Şiddetle
başlayan hazlar şiddetle son bulurlar,
Ölümleri
olur zaferleri,
……
Onun
için ölçülü sev ki uzun sürsün sevgin,
Hedefe
hızlı giden yavaş kadar geç varır.” (82)
Yine
de sevginin ailedeki nefreti kurutmak için tek umut olduğu düşüncesiyle,
Rahip, bu iki genci birleştirmeye karar verir:
“Bakarsın
bu birleşme mutlu sonuçlanır da
İçten
bir dostluğa döner iki ailenin nefreti.”(67)
Ama
sevgiyi yaşatmak, üzerine nefret yapışmış her insan için süreç isteyen bir
olgudur. Hikayemizde de, nefretle beslenmiş bir toplumu iki gencin sevgisi hemen
değiştirmeye yetmez, yetse de bu süreç hiç de kolay olmaz. Çünkü daha
evlendikleri gün, Romeo, Mercutio ve Tybalt arasında çıkan kavgayı sevgisiyle
durdurmaya çalışır. Ancak onun bu çabası daha kötü bir sonuç verir ve Mercutio,
Romeo’nun kolunun altından yaralanır ve iki aileye de lanet okuyarak ölür. Romeo
onun yüzünden ölen arkadaşının öcünü almak için Tybalt’a meydan okur:
“Ey
ateş gözlü öfke yol göster bana!”(90)
Ve
Tybalt ölür. Romeo’ya ise sürgün cezası verilir. Juliet olanları duyunca
durmaksızın ağlamaya başlar, ama Tybalt’ın ölümünden çok, Romeo’nun sürgün
edilişine yas tutmaktadır.
yet
edecektir çünkü Pariz, Romeo’nun Juliet’in cesedine zarar vererek intikam
alacağını düşünmektedir. Ve Romeo, Juliet’e son kez gözyaşları
içinde veda eder ve zehri içer. Peder tam o anda gelir, Romeo ve Paris’i ölü
bulur, Juliet’in uyanmakta olduğunu fark eder. Juliet’e acele edip gelmesini,
felaketlerin doğduğunu söyler, o sırada sesler duyar ve kaçar. Juliet ise
gelmeyi reddeder. Romeo’yu ölü görünce zehirin dibini içmek ister ama hiç
kalmadığını anlayınca kendi kalbine hançeri saplar ve Romeo’nun ölü bedeninin
üzerine düşer ve ölür.
Tüm
bu olaylar Prens’in huzurunda Rahip Lawrence tarafından açıklanır. Biricik
oğlunu ve kızını düşmanlıkları yüzünden kaybeden Capulet ve Monteguelar
çocuklarının ölü bedenleri huzurunda, gözyaşları içinde barışırlar.
“Tanrı,
hayatınızın mutluluğunu sevgi ile öldürdü!”(159)
Sonunda
sevgi yener nefreti… Hepimizin değerli ve zor olanın hazzını tadabilmek için
acı’ya ihtiyacımız var belki de.
“Büyük
engellerde bulur büyük hazzı insan”(52)
Sevgi
bir seçimdi, bu oyunda… Nefreti yeniyor, binbir acı ve yıkımla. Ama ne zamanki
yeni bir değer tohumlanır ruhumuzda; bir şeyleri yıkması gerekir içerde.
Sevgiyse doğan nefreti, sabırsa aceleciliği, sükunetse, öfkeyi ve onun
yoldaşlarını yıkmalı.
Peder
Lawrence’ın Juliet’e veriği bitkiyi toplarken yaptığı bir tirad var, işte tam da
bu savaşı hatırlatıyor bizlere:
“şu
minik çiçeğin taze filizlerinde
Zehir
de var iyileştiren özler de:
Koklanırsa
dinçlik verir her yerine insanın
Tadılırsa
öldürür tüm duyguları
Durdurur
yüreği.
İnsanın
içinde de otlarda olduğu gibi,
Karargah
kurmuştur birbirine düşman iki kral;
Biri
erdem öteki gemsiz istem,
İçlerinden
kötüsü egemen oldu mu bir kez
Kurt
kemirip çürütür tez elden o bitkiyi.” (64-65)
Sevgisizlik
yüreğimizi kemirmeden sevgiyi seçmek için fırsatlarımızın olması
dileğiyle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder