4 Ocak 2013 Cuma

altyazılı Romeo & Juliet

http://www.youtube.com/watch?v=8UY5HUbvWb0

Romeo & Juliet video

http://www.youtube.com/watch?v=xuvWyCh7q6k
My dear literature students,
Please take a look at these pages and try to take notes ...
You will take a test from the given copies :)

Context

The most influential writer in all of English literature, William Shakespeare was born in 1564 to a successful middle-class glove-maker in Stratford-upon-Avon, England. Shakespeare attended grammar school, but his formal education proceeded no further. In 1582 he married an older woman, Anne Hathaway, and had three children with her. Around 1590 he left his family behind and traveled to London to work as an actor and playwright. Public and critical success quickly followed, and Shakespeare eventually became the most popular playwright in England and part-owner of the Globe Theater. His career bridged the reigns of Elizabeth I (ruled 1558–1603) and James I (ruled 1603–1625), and he was a favorite of both monarchs. Indeed, James granted Shakespeare’s company the greatest possible compliment by bestowing upon its members the title of King’s Men. Wealthy and renowned, Shakespeare retired to Stratford and died in 1616 at the age of fifty-two. At the time of Shakespeare’s death, literary luminaries such as Ben Jonson hailed his works as timeless.
Shakespeare’s works were collected and printed in various editions in the century following his death, and by the early eighteenth century his reputation as the greatest poet ever to write in English was well established. The unprecedented admiration garnered by his works led to a fierce curiosity about Shakespeare’s life, but the dearth of biographical information has left many details of Shakespeare’s personal history shrouded in mystery. Some people have concluded from this fact that Shakespeare’s plays were really written by someone else—Francis Bacon and the Earl of Oxford are the two most popular candidates—but the support for this claim is overwhelmingly circumstantial, and the theory is not taken seriously by many scholars.
In the absence of credible evidence to the contrary, Shakespeare must be viewed as the author of the thirty-seven plays and 154 sonnets that bear his name. The legacy of this body of work is immense. A number of Shakespeare’s plays seem to have transcended even the category of brilliance, becoming so influential as to profoundly affect the course of Western literature and culture ever after.
Shakespeare did not invent the story of Romeo and Juliet. He did not, in fact, even introduce the story into the English language. A poet named Arthur Brooks first brought the story of Romeus and Juliet to an English-speaking audience in a long and plodding poem that was itself not original, but rather an adaptation of adaptations that stretched across nearly a hundred years and two languages. Many of the details of Shakespeare’s plot are lifted directly from Brooks’s poem, including the meeting of Romeo and Juliet at the ball, their secret marriage, Romeo’s fight with Tybalt, the sleeping potion, and the timing of the lover’s eventual suicides. Such appropriation of other stories is characteristic of Shakespeare, who often wrote plays based on earlier works.
Shakespeare’s use of existing material as fodder for his plays should not, however, be taken as a lack of originality. Instead, readers should note how Shakespeare crafts his sources in new ways while displaying a remarkable understanding of the literary tradition in which he is working. Shakespeare’s version of Romeo and Juliet is no exception. The play distinguishes itself from its predecessors in several important aspects: the subtlety and originality of its characterization (Shakespeare almost wholly created Mercutio); the intense pace of its action, which is compressed from nine months into four frenetic days; a powerful enrichment of the story’s thematic aspects; and, above all, an extraordinary use of language.
Shakespeare’s play not only bears a resemblance to the works on which it is based, it is also quite similar in plot, theme, and dramatic ending to the story of Pyramus and Thisbe, told by the great Roman poet Ovid in his Metamorphoses. Shakespeare was well aware of this similarity; he includes a reference to Thisbe in Romeo and Juliet. Shakespeare also includes scenes from the story of Pyramus and Thisbe in the comically awful play-within-a-play put on by Bottom and his friends in A Midsummer Night’s Dream—a play Shakespeare wrote around the same time he was composing Romeo and Juliet. Indeed, one can look at the play-within-a-play in A Midsummer Night’s Dream as parodying the very story that Shakespeare seeks to tell in Romeo and Juliet. Shakespeare wrote Romeo and Juliet in full knowledge that the story he was telling was old, clichéd, and an easy target for parody. In writing Romeo and Juliet, Shakespeare, then, implicitly set himself the task of telling a love story despite the considerable forces he knew were stacked against its success. Through the incomparable intensity of his language Shakespeare succeeded in this effort, writing a play that is universally accepted in Western culture as the preeminent, archetypal love story.



 

Romeo ve Juliet önemli replikler

NEFRETE KARŞI BİR AŞK ÖYKÜSÜ:

ROMEO VE JULIET


“geç ölmektense senin sevginden yoksun,

Yaşamıma son versin kinleri daha iyi.”( 58)


Bu eseri okuduğumuzda, belki şu ana kadar sadece “acıklı bir aşk hikayesi” ya da “romantik bir öykü” olarak bildiğimiz Romeo ve Juliet’in hikayesini, Shakespeare’in, edebi ve etik bir çerçeve içerisinde klasikleştirmiş olduğunu görmekteyiz. Şimdi beraberce, eserdeki edebi öğeleri görmeye çalışarak ve bu eseri klasikleştiren etik öğeleri fark ederek konuyu anlamaya çalışalım.

romeo and juliet c. 1860  1870 bilinmeyen sanatRomeo ve Juliet” , kitabı çeviren Özdemir Nutku’nun da yorumladığı gibi pek çok zıt öğeleri kendinde dengeleyerek uyuma ulaştıran bir eser olmuştur.(Shakespeare, 6) Hikayemiz, Capulet ve Montegue adlı iki düşman ailenin çocukları ve yeğenlerinin bir kavgaya tutuşmasıyla başlamaktadır. Bir tarafta, ailenin yıllanmış ve nerden doğduğu unutulmuş yaşatılan, nesilden nesle aktarılan nefretin meyvesi bir kavga doğmuşken, bu esnada diğer tarafta Romeo adlı Montegue’ların tek oğlunun “sevgi” derdinden kavganın çok dışında kaldığını, hatta sonradan bu kavgadan haberi olduğunu görüyoruz. Kavgadan haber alan ve aşkın acısını çeken Romeo’nun şu sözleriyle karşı karşıya kalıyoruz:

-“ Neler doğuyor nefretten ama daha çoktur sevgiden doğan

Ey kavgacı sevgi! Sevilen nefret!”(Shakespeare, 25)

“Kavga tutku”suna karşın “aşk acısı” , yani bu iki zıt öğe daha tragedyanın başında, biz okuyucu ya da izleyicileri karşılamaktadır. Romeo bu kavga sırasında, aşk acısı çekmektedir, Rosaline adlı birine tutulmuştur ve aşkına karşılık alamamakta, herkesten uzak durmaktadır ve sadık ve dürüst kuzeni Benvolio hariç kimseye açılamaz. Romeo için şöyle denmektedir:

<!--[if !supportLists]-->- <!--[endif]-->“ Kaç sabah ona, orada rastlamışlar

Gözyaşlarıyla taze sabah çiğlerini çoğaltırken…

…..

Tatlı yapraklarını havaya açamadan

Güzelliklerini güneşe sunamadan

Kıskanç bir kurdun kemirdiği bir tomurcuk gibi…” (23)

Uykusuz geceler geçirir ve gündüzleri de kendini karanlık bir odaya kapatır. Montegue olan arkadaşları, özellikle de hikayemizin başından beri pek yersiz ve çok konuşan dostu Mercutio, onu aşkını unutması ve eğlenmesi için teşvik etmektedirler. Bu kavganın hemen ertesi günü, Capulet’lerde bir parti verildiğini duyarlar ve eğlenmek ve acılarını unutmak için maske takıp bu partiye gizlice ve iyi niyetle katılmaya karar verirler. Romeo ise bir önceki gece bir rüya görmüştür. Rüyası kendi ölümünü haber vermektedir. O yüzden son ana kadar partinin uğursuz bir seçim olduğu konusunda direnir ancak son anda o da kendini kaderinin ellerine bırakır ve arkadaşlarına katılır:

Bence henüz erken. İçimde bir önsezi

Yıldızlara asılı bir olay

Başlayacak bu gecenin cümbüşüyle

O ürpertici dönemine sanki:

Zamansız ölmek gibi alçakça bir cezayla

Durdurup bağrıma gömülü yüreğimi

Son verecek aşağılık hayatıma.

Ama ey hayatımın dümenini tutan

Gemime sen yön ver. Gidelim soylu beyler!” (43)

Bu rüya, hikayemizin ileriki safhalarında yaşanacak olaylar için bir göstergedir. O geceyle Romeo’nun ve onunla beraber iki düşman ailenin kaderleri değişecektir ve Romeo bu kadere boyun eğmektedir, rolü “ölmek” olsa da. “Rüya sadece, bir önemi yok” deyip gerçekliğine inanmayarak katılmıyor partiye, aksine, o rüyanın işaret ettiği, yani sezdiği gerçekten emin, kaderine boyun eğiyor. Hakikaten oyunun sonunda Romeo ölmek zorunda olmasa, yani hayatındaki rolüne boyun eğmemiş olsa, nefreti yok edecek bir sevgi ortaya çıkmamış olacaktı ve düşmanlık hiç farkındalık kazanmadan daha nice nesiller sürüp gidecekti. İşte Shakespeare’in muhteşem tragedyalarının oynadığı rolü, bu eser de çok güzel oynuyor: yeni ve daha uygun bir düzenin inşa edilmesi için yıkım ve ölüm. Ve buna cesurca itaat eden bir kahraman: Romeo.

Romeo’nun bu cesur ve erdemli karakteri oyunun pek çok yerinde izleyiciye hatırlatılıyor. Düşmanları Capulet bile Romeo hakkında şöyle diyor:

“hem övünüyor tüm Verona kendisiyle,

Erdemli, yiğit bir genç diye…”(47)

Ve bu geceyle değişiyor, Romeo’nun, onunla beraber Montegualar’ın, Capuletler’in ve sonra da tüm Verona halkının kaderi: Romeo ve Juliet o gece partide karşılaşır ve aşık olurlar. İki düşman ailenin biricik kızı ve oğlu…

Romeo ve Juliet, Frank DickseeVe iki zıt öğe bu aşk sahnesinde bile gözler önüne serilmektedir. Bir tarafta aşka tutulmuş Romeo ve Julietin ilk karşılaşmaları, diğer yanda Romeo’yu nefretle fark eden Tybalt’ın bastırılmış öfkesi…

Romeo, Juliet için şöyle mırıldanır:

Parıldamayı öğretiyor bütün meşalelere…”(45)

Ve yine:

“Tüm göklerin en güzel yıldızlarından ikisi,

Yalvarıyorlar onun gözlerine işleri olduğundan:

Biz dönünceye dek siz parıldayın diye”(55)

O gece sevgi doğar, nefretin içinden. Romeo da Juliet de gece bitmeden hemen önce başkalarından öğrenirler, birbirlerinin iki düşman ailenin oğlu ve kızı olduklarını. Buna tepkileri şaşırtıcı ve sorgulatıcıdır. İlk başta Juliet şu tepkiyi verir:

“Biricik sevgim biricik nefretimden doğdu.

Erken görüp tanımadığım, tanımakta geç kaldığım

Tiksindiren düşmanı birden sevmemle

Harika bir sevgi doğdu böyle!”(51)

Romeo ise şu tepkiyi verir:

“Bir Capulet mi o? Sevimli alacaklı!

Düşmanıma borçluyum demek ki yaşamımı.”(49)

Okuyucular ya da izleyiciler olarak, hem Romeo’nun hem de Juliet’in, zıt öğeleri (nefret-sevgi) sözlerinde toplaması ve sonunda yine de aşkı seçmeleriyle, kaderin sunduğu bu sevginin nefrete karşı bir zafer kazanmasını beklemeye başlıyoruz. Ve Shakespeare, bu oyunun en önemli olduğu varsayılan tiradında, balkon sahnesinde, Juliet’e nefret ve düşmanlığı sorgulatarak; nefreti, insanın özüne hiç de ait olmayan , atılası, üstümüze yapışmış bir leke ya da unvan gibi gösteriyor gözlerimize. Juliet’ten bu tiradın bir parçasını şu şekilde dinliyoruz:

“Ah, Romeo, Romeo! Neden Romeo’sun sen?

İnkar et adını, babanı yadsı!

Yapamazsan yemin et sevdiğine,

Vazgeçeyim Capulet olmaktan ben.

……

Adın ne değeri var? Şu gülün adı değişse bile

Kokmaz mı aynı güzellikte?

Romeo’nun da adı Romeo olmasaydı,

Kusursuzluğundan hiçbir şey kaybolmazdı.

Romeo, bırak, at bu adı! Senin parçan olmayan

Bu ada karşılık, al bütün varlığımı.”(56)

Nefretin sadece isme yapışmış bir leke olarak atılmasını istiyor Juliet. Romeo da bu tiradı gizlice dinleyerek inkar ediyor Romeo olduğunu… Güle gül demeseydik, güzelliği kokusu aynı kalırdı… İnsan için de sanki nefret sonradan takılmış bir isim gibi, aşk ve sevgiyse zaten özümüzde var ve bizi insan yapan şey! Gülü, kokusu gül yaptığı gibi. Böylece iki genç ailelerinin kendilerine “öğrettikleri” nefreti bir anda iterler; onlar için bu sahneden itibaren geriye sadece güzelliğe duyulan “aşk” kalır.

Hemen ertesi gün, hikayedeki bilge rahip Lawrence aracılığıyla aralarında gizlice bir evlilik olur. Rahip bunun hızlı alınmış bir karar olduğunu düşünür:

“Şiddetle başlayan hazlar şiddetle son bulurlar,

Ölümleri olur zaferleri,

……

Onun için ölçülü sev ki uzun sürsün sevgin,

Hedefe hızlı giden yavaş kadar geç varır.” (82)

Yine de sevginin ailedeki nefreti kurutmak için tek umut olduğu düşüncesiyle, Rahip, bu iki genci birleştirmeye karar verir:

“Bakarsın bu birleşme mutlu sonuçlanır da

İçten bir dostluğa döner iki ailenin nefreti.”(67)

Ama sevgiyi yaşatmak, üzerine nefret yapışmış her insan için süreç isteyen bir olgudur. Hikayemizde de, nefretle beslenmiş bir toplumu iki gencin sevgisi hemen değiştirmeye yetmez, yetse de bu süreç hiç de kolay olmaz. Çünkü daha evlendikleri gün, Romeo, Mercutio ve Tybalt arasında çıkan kavgayı sevgisiyle durdurmaya çalışır. Ancak onun bu çabası daha kötü bir sonuç verir ve Mercutio, Romeo’nun kolunun altından yaralanır ve iki aileye de lanet okuyarak ölür. Romeo onun yüzünden ölen arkadaşının öcünü almak için Tybalt’a meydan okur:

“Ey ateş gözlü öfke yol göster bana!”(90)

Ve Tybalt ölür. Romeo’ya ise sürgün cezası verilir. Juliet olanları duyunca durmaksızın ağlamaya başlar, ama Tybalt’ın ölümünden çok, Romeo’nun sürgün edilişine yas tutmaktadır.

Romeo ve Julietİlerleyen olaylar artık hızla ve kontrol dışı gerçekleşmektedir: Romeo sürgün edilir. Juliet’in üzüntüsüne teselli olsun diye iki gün içerisinde Capuletler Juliet’i yakışıklı, zengin ve Aristokrat Paris’le evlendirmek isterler. Juliet buna karşı çıkar, bunun üzerine Capuletler, Juliet’i evlatlıktan reddedip evden kovarlar. O ana kadar Juliet’e evliliğinde ve Romeo konusunda hep yardımcı olan dadısı ise bu durum karşısında birden Romeo’yu kötüleyip, Paris’le evlenmesini önerir. Arkasında kimseyi bulamayan Juliet ise günah çıkarmak için diye izin alıp Rahip Lawrence’a gelir. Rahip Juliet’in ölümü bile göze aldığını görünce ona bir ilaç verir. Bu ilaç kızı 42 saat ölü gibi gösterecektir. Aile kızın yasını tutacak ve onu aile mahsenine kapatacaklardır. Bu sırada peder de Romeo’ya haber salacak, 42 saat sonra hiçbir şey olmamış gibi uyanacak olan Juliet’i Romeo, sürgün edildiği yere kaçıracaktır. Juliet bu fikri beğenir, kabul eder. O gün herkesten özür diler, günah çıkarttığını söyler ve yalnız uyumak için dadısını gönderir. İlacı içer ve ölü gibi görünür sabah. Aile Juliet’i mahsene kapatır ve yasını tutarlar. Derken peder Romeo’ya durumu anlatan bir mektup gönderir. Ancak kızın uyanmasına üç saat kala, mektubun bir aksilik nedeniyle yerine ulaşmadığını fark eder. Bu durumdan endişelenerek beklemeye koyulur. Bir yandan da kız uyandığında onu hücresinde saklayıp, Romeo’ya yeni bir mektup gönderme planı yapar. Fakat bu sırada Juliet’in ölüm haberi Romeo’ya ulaşır ve Romeo, pederden mektup beklemesi gerektiğini düşünür ama sonra bu haberin acısıyla hemen yola koyulmak ister. İhtiyar bir adama tüm parasını vererek ondan bir şişe zehir alır. Gizlice Verona’ya Juliet’in kapatıldığı mahsene gelir. Burada Juliet’e nezaket içinde ve sakinlikle veda eden Paris’le karşılaşır. Onu can havliyle öldürür; aksi halde Paris onu şika

yet edecektir çünkü Pariz, Romeo’nun Juliet’in cesedine zarar vererek intikam alacağını düşünmektedir. Ve Romeo, Juliet’e son kez gözyaşları içinde veda eder ve zehri içer. Peder tam o anda gelir, Romeo ve Paris’i ölü bulur, Juliet’in uyanmakta olduğunu fark eder. Juliet’e acele edip gelmesini, felaketlerin doğduğunu söyler, o sırada sesler duyar ve kaçar. Juliet ise gelmeyi reddeder. Romeo’yu ölü görünce zehirin dibini içmek ister ama hiç kalmadığını anlayınca kendi kalbine hançeri saplar ve Romeo’nun ölü bedeninin üzerine düşer ve ölür.

Tüm bu olaylar Prens’in huzurunda Rahip Lawrence tarafından açıklanır. Biricik oğlunu ve kızını düşmanlıkları yüzünden kaybeden Capulet ve Monteguelar çocuklarının ölü bedenleri huzurunda, gözyaşları içinde barışırlar.

“Tanrı, hayatınızın mutluluğunu sevgi ile öldürdü!”(159)

Sonunda sevgi yener nefreti… Hepimizin değerli ve zor olanın hazzını tadabilmek için acı’ya ihtiyacımız var belki de.

“Büyük engellerde bulur büyük hazzı insan”(52)

Romeo ve Juliet2Ama şu açık ki her şey bir seçim: Romeo ve Juliet’in nefret yerine aşkı seçmesiyle başladı her şey. Romeo’nun “öfkeyi” seçip Tybalt’ı öldürmesiyle sarpasardı. Romeo’nun mektubu beklemeyip sabırsız bir ölümü seçmesi de bir seçimdi; ama kader ona ulaşacak mektubu geciktirip onu bu sabırsızlığa itmeseydi, belki Juliet’le hep mutlu kalacaklardı sürgünde, ama onların sevgileri ailenin nefretini kurutmayacaktı… Kader’e saygılı bir bağlılık söz konusunu oyunda, ama özgür irade ile sevgi’yi seçerek, onun getirdiklerine saygıyla itaat ediyor karakterlerimiz; ölümü getiriyorsa cesurca göğüslüyor ve ölüyorlar. Ama sevgi’yi kendileri seçiyorlar. Juliet, yaptığı yemine sadık kalıyor ve o yemin uğruna ölüyor. Bu kişiler sevginin sadece bu dünyada yaşadığına inansalar, ölümü seçmezlerdi: onlar sevginin yaşamasında kendi ölümlerini bir engel olarak da görmüyorlar. Çünkü ölümsüz sevgiye inanıyorlar.

Sevgi bir seçimdi, bu oyunda… Nefreti yeniyor, binbir acı ve yıkımla. Ama ne zamanki yeni bir değer tohumlanır ruhumuzda; bir şeyleri yıkması gerekir içerde. Sevgiyse doğan nefreti, sabırsa aceleciliği, sükunetse, öfkeyi ve onun yoldaşlarını yıkmalı.

Peder Lawrence’ın Juliet’e veriği bitkiyi toplarken yaptığı bir tirad var, işte tam da bu savaşı hatırlatıyor bizlere:

“şu minik çiçeğin taze filizlerinde

Zehir de var iyileştiren özler de:

Koklanırsa dinçlik verir her yerine insanın

Tadılırsa öldürür tüm duyguları

Durdurur yüreği.

İnsanın içinde de otlarda olduğu gibi,

Karargah kurmuştur birbirine düşman iki kral;

Biri erdem öteki gemsiz istem,

İçlerinden kötüsü egemen oldu mu bir kez

Kurt kemirip çürütür tez elden o bitkiyi.” (64-65)

Sevgisizlik yüreğimizi kemirmeden sevgiyi seçmek için fırsatlarımızın olması dileğiyle…